Sosyal Medya

Makale

Ahvalimize Dair…

Hayatından memnun birileri var mı gerçekten!

Kendini memnun ve mutlu sayan o birileri gerçek anlamda mutlu ve memnun mu yoksa sadece kendini ve başkalarını iyi aldatan birileri mi?

Varlığımızın temel amacını hakikate uygun bir şekilde yaşamadan memnun ve mutlu birilerinin varlığı kendi mutsuzluğunun örtülmesi sayesinde mümkün olabileceğini ön görebiliriz. Bu da insanın kendine yabancılaşmasını derinleştiren bir olguya işaret eder.

Teker, teker toplumun farklı birimlerini ele alalım: dini, etnik ve kültürel aidiyetler bağlamında hangisini ele alırsak alalım; hangisi kendi temel öğretileri ile uyumlu bir yaşamı hem içselleştirmiş hem de hayatına anlam katacak düzeyde yaşıyor?

Dindarlarını ele alalım; Müslümanları başa alalım; hangi Müslüman kesim kendi inançları ile bütünleşik bir hayat yaşıyor? Ya da öncülerini ele alalım; âlimler, aydınlar, entelektüellerden hangisi kendi konumuna uygun bir tutumu temel bir belirleyen olarak öne çıkarabiliyor. Ya da aydınlarımız hakikatin yılmaz savaşçısı konumunu mu muhafaza ediyor? Entelektüeller, düşünce ve Müslüman’ca düşünme bağlamında hangi katkıyı sundular. Sanırım bu işle ilgili her arkadaş benim gibi okuyor bende okuma gayretini sürdürüyorum ama dişe dokunur bir şey gördüğümü söylemem biraz zor görünüyor. Müslüman Aktivistleri ele alalım; 90lı yılların bile gerisine düştüklerini görmemek için kör olmak gerekiyor. Sıradan sade Müslümanları ele alalım; dünyaya öyle bir dalmışlar ki sanki her şeyi unutmuş gibidirler. Müslümanların büyüklerinden vazgeçtim, küçücük sabiler bile ölürken kılları dahi kıpırdamıyor. Yani taş yerinde ağır atasözünü eksene aldığımızda bu taşlar hep yerini kaybettikleri için hafif kaçıyorlar… Maalesef durum bu…

Şii, Alevi unsurları ele alalım; kendi inançları bağlamında bile sürekli bir gerilik içinde olduklarını söylemek için fazla zekâya ihtiyaç yok. Ne Alevilik ne Şiilik kendi konsepti içinde hakikat ile bir bağ kurabiliyor.  Şöyle biraz tarihsel olarak geriye doğru bir yürüyüş yaptığımızda o günün Şiileri ile Alevilerini bugünkü Şiiler ile Alevileri mukayese yaptığımızda aralarındaki derin uçurumu görebiliriz. Alevilik neredeyse bir kültürel ve tekke hareketi olma yerine şiddeti benimseyen sol örgütlere dönüşmüş durumdadırlar. Hem modern dünyayı olumluyorlar ve hem de tarihsel kültürel bağlarından kopuk yaşama konusunda çok istekli davranıyorlar.

Hıristiyan, Yahudi dinine müntesip olanların da kendi doğal dini duyarlıkları yerine kendi dindaşlarının hegemonyasına yönelik birer ajan olarak iş görmeleri onları bedbaht etmeye yetecektir zaten! Çünkü kendisine yabancılaşan her unsur derin bir kriz yaşamaya zorunlu kalır.

Etnik unsurlar da öyle Ermeni, Rum vesairesi de başka türlü davranamıyor. Yani bu toprakların ürettiği kültürel dokudan nasibini alma yerine kendilerine dayatılan sürece müdahil olarak yabancılaşmayı ve ihaneti paylaşabiliyor. Bu da onu mutsuz kılıyor. Çünkü her insan sadece yaşadığı toprakların kültürel iklimine tanışık olursa mutlu olabilir. O zaman her tanışıklık bir mutluluğu beraberinde taşırken her yabancılaşma ise karamsarlığı ve kötümserliği beraberinde taşır.

Bu ülkenin en önemli paydası olan Kürtler ile Türkler çok mu mutlular? Hayır! Çünkü her iki büyük etnik unsurda kendi ayakları ve kültürü üzerine dikilerek var olma yerine kendilerine dayatılan milliyetçiliğin kuru birer kurbanına dönüştüler. Türkler, devletin içinde yer almadığı gibi iktidardan da uzakta dururken devletin politik seyrinin sadece araçsallaştırılan unsuruna dönüştürüldü. Kürtler de tam tersi devlet tarafından itelenen ve kötülenen olarak nam salmışken bir başka gücün hep payandası olacak düzeyde iş gören ve araçsallaştırılan konumuna sürüklendi. Bugün PKK başka güçlerin payandası ve politik manevralarının bir unsuruna dönüşerek kendi yapısına ve jargonuna da yabancılaşarak büyük bir kriz alanı oluşturmaktadır. Sadece bu günü değil geleceği dahi ipotek altına alacak bir işleme cesaret etmektedir. Tarihsel olarak biliniyor ki bu gösteriler işe yaramamakta ve müstevli güçler istediklerini aldıklarında kullandıkları unsuru anlaşma yaptıklarına yem olarak vermektedir. Fakat basiret öyle bağlanmış durumda ki bunu bile fark edemedikleri gibi bugüne kadar geliştirdikleri bütün yapıyı berhava edecek kadar da gözü kara davranabilmektedirler. Bunların mutlu olabileceğini varsayabilir miyiz? Hiç sanmıyorum, vicdan dediğimiz olgu bunu kabullenmez!

Alın Kemalistleri, solcuları, modern kültürün bağlısı ve taşıyıcısı unsurları; hangisi bugün dün savunduğu değerleri savunuyor? Hepsi savruldukça savruluyor… Bu savrulma onları dün düşman olduklarına bugün dost kılıyor. Bu dostluk onları mutlu edebilir mi? Onlar dün neye inanıyorlardı ve bugün neye inanıyorlar? Dünya değiştikçe bu değişimi doğru okuyacak bir becerisi olmayanlar, hep yanlışı savunmaya devam edecektir. Zorunlu bir tavır siyaseten alınabilir ve bunun zorunlu olduğu unutulmazsa o tavrı yeniden gözden geçirme veya değiştirme zarureti doğduğunda kültürel, zihinsel ve psikolojik zeminde bir hasar meydana getirmez! Ama bunu içselleştirdiğinizde ve değiştirmenin kendisini zorunlu addettiğinizde derin bir travmanın kapısını aralarsınız… Bugün modern unsurların yaşadığı trajikomik durum tam da buna tekabül ediyor.

Şimdi mutsuzluğun bir yaşam tarzına dönüştüğü bu zeminde mutluluk ve iyiliğin iktidarından dem vurmak çok zordur. Hatta iyilik adına harekete geçen bütün kurumlar bu iyilikler üzerinden sadece politik manevralar üreterek yabancılaşmaya sadece katkı sunuyorlar. Çünkü siyasetin belirleyiciliği o kadar derinlere sirayet etmiştir ki iyiliğin kendisini bile siyasi bir tavra dönüştürebiliyor. Bunun ileride ciddi sorunlar üretebileceğini belirleyecek olan entelektüel dünya kendi sarsıntısı ile uğraşırken bunu görme konusunda biraz şaşı kalmaktadır.

Elbette ki bu vahim durumun farkında olan ve fevkinde duran şahsiyetler vardır. Ama bunlar o kadar azınlık ki onların hakikati dile getirmelerine yönelik bu da çok idealist kardeşim söylemi üzerinden değersizleştirilebilmekte ve böylece derin bir yarılma sürgit devam etmektedir. Bugün ortaya konulan eylem ve düşünceler elli yıl sonrasının söylemini ve eyleminin dinamiklerini oluşturuyor. Yani hem kendine yazık ediyorken hem gelecekteki nesillerine yazık edebilmenin imkânlarını çoğaltıyoruz…

Aklımızı başımıza almanın vakti geldi ve geçiyor… İlk aklını başına alanlar tarihin yapıcısı konumunu elde edecek olanlardır…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.